8 Nisan 2008 Salı

ADALET

İnsanlık var olduğundan beri dünyanın her yerinde her zaman adalet aranmış, adaletin özlemi çekilmiş ve gerçekleştirilmesi için çalışılmıştır. Adaletin bu kadar çok aranmasının ve özleminin çekilmesinin sebebi onun karşıtı olan zulümdür. Zulmün cefâ, işkence, eziyet, baskı, eşitsizlik ve haksızlık gibi bir çok şekilleri olduğu gibi adaletin de; hakkaniyet, ihsan, insaf, eşitlik, dürüstlük gibi bir çok çeşitleri vardır. Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerde söz konusu adalet hakkında bazen açık bilgi olsa da çoğu zaman özlemi çekilen adalet hakkında bir takım ipuçları verilmiştir.
Adalet iki türlüdür:
Allah’ın adaleti, insanların adaleti. Adalet Allah’ın bir vasfıdır. Allah Âdildir, Allah’ın adaleti mutlak, kâmil, ideal ve kusursuzdur. Allah Teala’nın Peygamberlerine vahyettiği hükümlerin temelinde adalet vardır. Bu hükümlerin uygulanmasının amacı da adaleti gerçekleştirmektir. Dinî hükümlerin özü ve ruhu adalettir. Adaleti sağlamayan kanun, ruhsuz beden gibidir. İbadetlere, ahlâka, hukuka, siyasete, ekonomiye, ticarete, sosyal ve beşeri ilişkilere değer ve anlam kazandıran adalettir. Bir hukuk sistemi ve kanunlar dizisi, adaleti içerdiği ve yansıttığı ölçüde değerlidir.
Allah Teala’nın adaleti onun bütün fiillerinde vardır. Evrenin ve dünyanın; maddenin, bitkilerin ve tüm canlıların yaratılışlarına ve yaşamalarına ilişkin ilahî fiillerin hepsi adildir. İlahî adalet her zaman varlığın her çeşidini ilgilendirir. Bunun insanlarla ilgili kısmı o adaletin bir parçasıdır. İlahî adaletin bir de ölümden ve kıyametten sonra gerçekleşecek olan kısmı vardır. İlahî adalet bu genişlikte ve kapsamda düşünüldüğünde onu daha iyi anlamak mümkün olur. Allah Teala’nın dünya hayatında insanlarla ilgili adaleti, bunun ahiretle ilgili boyutundan soyutlanarak değerlendirilirse yanlış anlaşılır. İlahî adalet diye bir şey “yoktur” sonucuna varılabilir. Bunun için ahirete inanmayanlar Allah’ın adaletini anlayamazlar.

İnsanların uyguladıkları adalet; ise mutlak ve kâmil adalete nazaran eksik ve değişken bir adalettir. Adalet, bütün bireylerin ve toplumların eylem ve davranışlarında varolması ve gözetilmesi gereken bir fazilettir. Âdil bir kişi faziletlidir, adaletin egemen olduğu bir toplum faziletli bir toplumdur.
Âdil olan Allah Teala her şeyi hak ve adaletle, yani ölçülü ve dengeyle yaratmış, bu düzenin korunmasını kullarından istemiştir. Diğer taraftan şeytan ve nefs bu düzeni bozarak haksızlıklara, adaletsizliklere ve zulme sebep olmaktadır. Bozulan düzeni yüce Allah’ın buyruğuna göre yeniden kurmak müminlerin görevidir...
Adalet bir bütündür, parçalanamaz. Bir ülkede ve toplumda eğer adalet gerçekleşecekse her anlamda birlikte ve birbirlerine paralel bir şekilde gerşekleşir. Mesela siyasette adaletin olması mutlaka hukukta ve ekonomide de adaletin olmasını gerektirir. Siyasette adaletin olup da ekonomide olmaması düşünülemez. Bunlar sıkı ve ayrılmaz şekilde birbirlerine bağlıdır.
Bir toplumda yüzde yüz adalet de adaletsizlik de olmaz. Yüzde yüz adaleti gerçekleştirmek bir idealdir. Bu ideale her ne kadar yaklaşılırsa o kadar iyidir. Ama, “Tamam, adalette son noktaya varıldı, her şey mükemmel ve dört dörtlük” denilecek noktaya hiçbir zaman varılmaz. Diğer taraftan yüzde yüz adaletsiz, haksız ve zalim bir toplum da düşünülemez. Çünkü böyle bir toplumun yaşama şansı yoktur. En adaletsiz denilen toplumlarda bile az çok bir adalet, bir parça hakkaniyet vardır. Ancak bu bile o toplumların uzun süre varlıklarını korumalarına ve sürdürmelerine yetmez. Tarih bunun örnekleriyle doludur.
Bütün toplumlar adaleti, hakkaniyeti ve eşitliği egemen kılmak için kanunlar yapar, bir takım müesseseler kurarlar. Ancak bunu yaparken bazen, “Biz ve ötekiler” ayrımı yaparak yola çıkarlar. Kişi, kurum, kuruluş ve zümrelere ayrıcalıklar tanıyarak veya bunları keyiflerine göre uygulayarak veyahut da yorumlayarak adaletsizliğe sebep olurlar. Adaleti hakim kılmak iddiasıyla çıkarılan ve yürürlüğe konulan kanunların adaletsizliğe sebep olduğu sıkça görülür.
Adaleti hakim kılmak ve savaşları önlemek için başta BM olmak üzere bir çok milletler arası kuruluşlar kurulmuş, insan hakları beyannameleri yayımlanmıştır. Ama bu kuruluşlar çoğu zaman egemen güçlerin arzu ve çıkarları doğrultusunda çalışmaktadırlar. Süper üstün güç, adalet, hak-hukuk tanımıyor, eşitlik nedir bilmiyor. Hatta haktan, adaletten, eşitlikten ve barıştan rahatsız bile oluyor. Gücü olan aynı zamanda adil ve haklı olmazsa, zulüm sebebi ve aracı oluyor. Güçsüz adalet bu durumda eziliyor, hak hukuk yok olup gidiyor.
Dünyaya medeniyet dersi veren ve insanlığın ne olduğunu öğreten(!) ABD ve AB ülkeleri bugün başka milletlere ve toplumlara ait topraklar, yerüstü ve yeraltı zenginlikler üzerinde “Stratejik çıkar” adı altında hak iddia ediyor, onların güvenliklerini ve bağımsızlıklarını tehdit ediyor. Savaşarak, hem bombalar yağdırarak, ortalığı kangölüne çevirerek amaçlarına ulaşmakta bir sakınca görmüyorlar. Bu durumu, “Tek dişi kalmış canavar” diye niteleyen şaire, “Ağzım kurusun... Yok musun ey adl-i İlahî” dedirten manzaralar bugün de sergileniyor. İnsanların ölümüne, beldelerin harap olmasına, kadınların dul, çocukların yetim, bir çok kişinin sakat kalmasına sebep olan canavarlar, hunharlar, cahiller ve haydutlar eksik olmuyor.
Müslüman adaleti ve hakkaniyeti egemen kılmak için her yerde her zaman adaletsizlik, haksızlık, ve zulümle mücadele etmek zorundadır.(Adaletsizlik zulümdür. Zulüm de en büyük günahlardandır). İçteki adaletsizlik ve haksızlıkla mücadele etmeyenler mutlaka dıştan gelen adaletsizlik ve haksızlıklara, zulme ve baskıya maruz kalırlar. Başına gelene bakıp başkasını suçlayan, onun kadar kendisinin de suçlu ve sorumlu olduğunu bilmedikçe kurtuluşa giden yolu bulamaz. Bize dokunmayan yılan’a dua ettikçe zehirler akıttı bu yılanlar içimize

Ünal AYDOĞAN

Hiç yorum yok: