10 Nisan 2008 Perşembe

Zamanın Pençeleri Yırtıyorken Ruhumu…
Kuşandım yokluğunda hasretin en zavallı hâlini… Kokusunu özlüyorum görmediğim bendinin… Bu nasıl çılgınlık?!... Bu nasıl arzu?.. Kamçılıyor kan kan, sızı sızı vücudumu. Günahkâr bir vücud, tıpkı ölü bir cesed gibi… Ne, işliyor kelâmlar, ne de kulaklar duyuyor. Kurtarılmayı bekleyen umutlarım ancak seninle yer bulur Efendim!.. Yavaş yavaş bitiyorum, tükeniyorum damla damla… Katil gecelerin kokusu damarıma karışmış, tarih; mücrimliğimde beni satırlardan atıvermiş amansız… Ne umut, ne aşk… Hiçbiri kurtarmıyoır bu âciz köleyi, uzaklarda bekleyen çaresiz âşık gibi… Susan her zerrem aslındaseni zikrediyor Ya Rasûl!.. Amansız feryâtlarla sana çığlıklarımı duyuramadım… Lâyık olamadım belki ama, Hint gibi, Vahşi gibi yüzüne bakmaya muhtâcım…
Gel!..
Çiçek açmak ikliminde… Kolun kanadın kırılsa da, koşarak durmadan, dinlenmeden, varmak Sevgili’ye… Ya Rasûl!.. Adını düşürmesem sonsuza dej, beklesem seni en kuytu kuyularda Yûsuf gibi…
Ve…
Ve anlatsam seni her gördüğüme, bıkmadan… Usanmadan… Solumak o en güzel devirde en leziz kokunu. Ağlamayı sana adadım Sevgili!.. Çok günahkârım belki, belki yüzüne bakmaya, seni rüyada bile görme mükâfatına bile layık değilim… Ama şimdi, işte şu an bünyemdeki tüm hücrelerimde hissediyorum seni, Ya Rasûl
âllah!.. Aldığım her nefeste, bastığım toprakta, içtiğim âziz suda... Anlatamadığım satırlarda, adını zikrettiğim mısralarda seni anıyorum... Seni arıyorum her bir karışında zihnimin. Bulamıyorum yine de hiçbir yerde… Yanan ney’imde nefesini duyuyorum Habîb-el Neccâr…
İnleyen bestelerimde yokluyorum varlığını...
Akan
şelâlelerde, süzülüp giden ırmaklarda yaşıyorum aşkı yemyeşil bir renkte… En huzurlu ân’ımı hayalinle süslüyorum… Benim gerçek hayalim sensiz Ya Hâbîballah!..

Hiç yorum yok: