31 Ocak 2008 Perşembe

ETKİLİ BİR YAZI MUTLAKA OKUYUN(Asım'ın Nesli)



Asım'ın Nesli

"Asım'ın nesli diyordum ya nesilmiş gerçek,
İşte çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek! "
Yüz yılın başlarında Türk gençliğine bu coşkun duygularla seslenen Akif ne kadar içten, ne kadar da inanç doluydu gençliğe…
Ülke bir kan deryasına dönmüş, toz, duman kasırgaları, kara bulutlar kaplamıştı aziz vatanı. Ülkenin her kıyısında her bucağında bir cephe açılmış, on beşinde fidanlar "Hey on beşli on beşli /Tokat yolları taşlı/On beşliler gidiyor / Kızların gözü yaşlı" türküleri ile cepheye sevk edilir olmuştu. Ne acıdır ki ağıt olan bu türkü ile şimdilerde oynanıyor, göbekler atılıyor. Çocuk yaştaki bu yiğitler ana eliyle kınalanıp kınalanıp bayramlık koçlar misali gümbür gümbür gittiler ölüme. Bu ülke için, vatan namus, için…
Akif haklıydı. Bu nesil, ecdadına layık, şanlı mazisine layık, Mehmetçik adına layık, her şeyden fazla "insanlığına" layık kutlu bir nesildi. Kimisi daha lise sıralarındayken gönüllü olmuştu, şahadete; kimisi Tıbbiye talebesiyken. Vatanı candan aziz bilmişler, o yar için serden geçmişlerdi. Onlar düşünmeden canlarını verdiler vatana, vatan can buldu o yiğitlerin kanlarıyla.
Aradan bir asır geçti, vatan aynı vatan, mazi aynı mazi, millet aynı millet ama? ... Nesil acaba aynı nitelikte bir nesil mi?
Cevap acı; ama gerçek: Hayır!
Karşımızda bambaşka bir tablo durmakta ne yazık ki. Hamuru bizden gibi görünse de mayası bizden çok başka, bir yönüyle bizden, bir yönüyle fersah fersah uzakta.
Ne oldu, nasıl oldu da bu hale geldik. Dilimizle, davranışlarımızla, inançlarımızla, ülkümüzle nasıl bu kadar yabancılaşabildik. Daha bir asır önce biz var olabilelim diye ölüme koşa koşa gidenlerle nasıl bu kadar farklılaşabildik? Hayret!
"İstisnalar kaideyi bozmaz." Düsturunca özünü koruyan kesimi hariç tutarak söylüyorum. Çok duyarsız, özentili, kimliksiz, idealsiz bir gençlikle karşı karşıyayız. Bir öğretmen, bir anne ve bu milletin mensubu biri olarak üzülerek gözlemliyorum gençleri.
Değer yargıları son derece farklı bu neslin. İnsanların manevi özellikleri, gönül güzelliği, ürettikleri, saygınlığı, insanlığa hizmeti geçer akçe olmaktan çok uzakta. Onlarca geçer akçe olan maddi durumu, fiziksel özelliği, cep telefonunun, ayakkabısının markası… Hepsi tek tip adeta. Aynı model kotlar, aynı model saçlar, aynı tarz yüz ifadeleri; ama en kötüsü, aynı dizi kahramanlarının – kahraman demek ne derece doğruysa – fabrikasyon serisi…
Konuşmaları içeriği hep aynı: Kızların en büyük derdi sıfır beden olamamak. Bilmem ne model eteği, botu alamamak. Erkeklerinse cep telefonunun modelini yükseltememek.
Daha bir asır öncesi vatanı için canından geçen genç bugün ülkesi için vergi vermeyi enayilik, askerden kaçmayı uyanıklık, gününü gün etmeyi " geçliğinin gereği görüyor " daha fenası bunu en doğal hakkı biliyor.
Önümüzdeki tablo kötü görünüyor. Eleştirmek kolay. Peki, anne- babalar ve öğretmenler olarak bizde hiç mi suç yok? Bu gençler bu duruma gelirken bizler ne yaptık, ya da yapmamız gereken neyi yapmadık. Meseleye bir de bu yönden bakmamız lazım. İğneyi kendimize çuvaldızı başkasına batırmamız adaletin gereği.
Öğretmen ve ebeveynler olarak doğru model olabildik mi, çocuklarımıza kimliğini, tarihini, ideallerimizi doğru anlatabildik mi. Hayatı için, milli kimliği için, kişisel gelişimi için doğru hedefler gösterebildik mi? Pek çok çocuğumuz daha peygamberini tanımıyor; ama Noel Baba ile akraba olmuş durumda. Oğuz Kağan'ın adını bile duymamıştır; ama Herkül'ü, Aşil'i gayet iyi bilir. Çanakkale'yi önemli gün ve hafta kutlamalarında can sıkıcı bir etkinlikle özdeşleştirir, ama Vietnam Savaşı'nı, Amerikan filmleri sayesinde hatmetmiştir. Ulubatlı Hasan'ı, Fatih'i, Seyit Onbaşı'yı, Biruni'yi, İbn-i Sina'yı ve nicelerini belki de hiç bilmez ama Shakira'yı, Rambo'yu, bir yığın şarkıcıyı, mankeni, futbolcuyu "idol" – bu da zehirli ithal bir yeni değerdir.- kabul eder, model alır.
Sonuç olarak ortalıkta Türkçe diye ne idüğü belirsiz bir kelime dağarcığı ile konuşan, üretmeden sürekli tüketen, hep kendi için yaşayan, bencilliği, ukalalığı "özgüven, özsaygı" zanneden üç yüz sözcükle düşünmeye çalışan –normal bir gencin üç bin kelime ile konuşması beklenir. - vurdum duymaz bir gençlik.
Hata bizim! Onlara doğru idealler gösteremediğimiz için, doğru modeller koyamadığımız için bizim. Hayat kanunudur; her boşluk iyi ya da kötü bir şeylerle dolar, boş kalmaz. Biz çocuklarımızın beyinlerini, yüreklerini boş bıraktık. İthal modeller, Amerikan patentli idealler boşluğu doldurdu. Kendi ellerimizle kendi neslimizi "Asım'ın Nesli'ni" yabancılara verdik. Atalarımızın kanları ile korudukları, canları ile sakladıkları incilerimizi, elmaslarımızı kendi ellerimizle yabana sunduk. Heyhat ne acıdır ki savaş meydanımızda bilek gücümüzle aldıklarımızı, barışta güle oynaya kaybettik, kendi dilimize, kendi tarihimize, milli benliğimize ihanet ettik.
Kayıp büyük, ama kurtarılması imkânsız değil. Kendi kendimize acımamız, acizliğe düşmemiz çözüm değil. Silkinmeli, kalkmalı ve üzerimizdeki ölü toprağını atmalıyız artık. Öğretmen olarak bizler derslerimizde; ana babalar evlerinde, devlet doğru eğitim politikalarıyla bu yozlaşma ile mücadele etmeli yekvücut olmalıyız. Akif'i- o büyük üstadı- hayal kırıklığına uğratmamalıyız. Onun:
"Arkadaş yurduma alçakları uğratma sakın
Siper et gövdeni dursun bu hayâsızca akın
Doğacaktır sana vaat ettiği günler Hakkın
Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın" hitabına yaraşır şekilde daha önceki maddi akımları durdurduğumuz gibi şu anda ülkemize dilimize, dinimize ve milli kimliğimize gelecek olan manevi akımları durdurmalıyız.
Haydi, gelin dostlar! Asımın Nesli için sızlanmak yerine bu karanlığa bir mum da biz yakalım

Hiç yorum yok: