9 Mayıs 2008 Cuma

TÜRKLERİN İSLAMİYETİ KABULÜ

TÜRKLERİN İSLAMİYETİ KABULÜ

Hüseyin DAĞAŞAN*

ÖZET

İslâmiyet 7. asırda doğmuş ve yayılmaya başlamıştı. Türkler de Orta Asya’da, bu dinle İslam orduları aracılığıyla karşılaşmışlardı. Bilindiği gibi İslam dini cihat yöntemiyle yayılıyor ve bir çok savaşlar yaşanıyordu. Türkler de İslam ordularıyla mücadele etmişlerdi. Bu mücadele sürecinde de İslam dinini öğrenmeye ve kabul etmeye başlamışlardır. Türkler Müslümanlarla savaşmış, mücadele etmişseler de İslam dinini kendi rızalarıyla kabul etmişlerdir. Ancak Türkler arasında İslam dininin yayılması uzun bir süreyi kapsar. Bu makalemizde bu sürecin nasıl geçtiğine ve Türklerle, Emevî ve Abbâsîlerin ilişkilerine ve İslam dinini kabul edişlerine değineceğiz.

Anahtar kelimeler: İslamiyet, Türkler, Emevîler, Abbâsîler, Orta Asya

GİRİŞ

Türkler, Gök-Tanrı, Şamanlık, Budizm, Maniheizm, Animizm, Hıristiyanlık, Yahudilik gibi birçok dine girmişlerdi. Ancak Türk ve Dünya tarihini, Türk millî kültürünü en çok etkileyen din[1] İslâmiyet olmuştur.

Bilindiği gibi Eski Türkler, Tanrıyı (Tengri) en yüksek güç ve en büyük yaratıcı kuvvet kabul eden ve semavi bir mahiyete sahip Gök-Tanrı’ya inanıyorlardı. Hükümdarlar kendilerinin tanrı tarafından tahta çıkarıldığına,zaferleri O’nun yardımıyla kazandıklarına inanırlar, O’na ibadet ve dua edilir, kurban kesilirdi. Bu millî bir dindi. Adı da Gök-Tanrı diniydi ve ‘Tek Tanrı’ inancına sahipti.[2]Ayrıca Türklerde; ahiret, cennet (uçmag), cehennem (tamu), kıyamet günü (ulug gün), hesap verme, adalet, melek, şeytan, ruh gibi dinî terimlerde mevcuttu.

Türkler arasında, Ak-Hunlar Budist idi. Göktürk Hakanı Tapu Han, 860 yılında da Sarı Uygurlar Buda dinini kabul etmişlerdi.Uygurlar Mani dinini, 9.asırda batıda Bulgar Hanlığı, Balkanlara geçen Kıpçak ve Oğuzlar ve bir kısım Peçenekler, Macarlar Hristiyanlığı seçmişlerdir. [3]

Türklerle Araplar arasındaki ilişkiler Cahiliye Dönemine kadar uzanır.Nitekim Arap şairlerinden Nâbığatü’z-Zübyânî, Hasan bin Hanzala, Şemmah bin Dırar, şiirlerinde Türklerin cesaret ve kahramanlıklarından bahsederler, ancak Araplar, Türkleri acımasız ve İslam’ın geleceği açısından tehlikeli görüyorlardı.

Hz. Peygamber’in ise Türklerle ilgili hadislerinden bazıları şöyleydi:

“Türkler size dokunmadıkça sizde ona dokunmayın”

“Milletimin mülkünü en evvel Kantûra (bununla Türkler kast edilmiştir) nesli olacaktır.”

“Benim bir ordum vardır. Ona Türk adını verdim. Onları doğuda yerleştirdim. Bir kavme gazaplanırsam Türkleri o kavmin üzerine yollarım.”

Hz. Peygamberin, Hendek Savaşı hazırlıklarında Kubbetü’t-Türkî adlı Türk çadırında oturduğunu ve Medine’de de Türk çadırında îtikâfa çekildiği bilinmektedir.[4]

Arap-İslam orduları Nihavend Savaşında (642) Sasanîleri yenip İran’ı ele geçirince Kafkaslarda Hazar Türkleriyle, doğuda da Maveraünnehirdeki küçük Türk devletleriyle karşılaşmışlardı. Hazarlarla Araplar arasındaki ilk çatışmalarda Araplar yenilmişlerdi (652). 708 yılına kadar bu cephedeki savaşlar durduruldu.[5] Daha sonraki yıllarda Hazarlarla Müslüman Araplar arasında mücadeleler yaşanmış, Hazar Türklerinden İslama girişler görülmüştür.[6]

Emevî yönetiminin Kuteybe bin Müslim’i Horasan valiliğine ataması (705) Arapların Orta Asyayı ele geçirmesinin başlangıcı olmuştur.[7] Kuteybe, Toharistan ve Maveraünnehir’i ele geçirmek istiyordu. Buralardaki Türkler arasında siyasi birlik yokdu. Bu durum İslam ordusunun işini kolaylaştırmıştı.[8] Kuteybe, 707’de ordusuyla Buhara’yı kuşattı. Türk kuvvetleri karşı koymak için çaba göstersede Emevî orduları bu çatışmalardan galip çıktı. Buhara yıllık 200.000 dirhem vergiye bağlandı. Bir yıl sonrada (708) Buhara İslam Devleti hakimiyetine girdi. Şehre bir câmi yapıldı ve İslamiyetin yayılması için çalışmalar yapıldı.

Kuteybe, Maveraünnehirdeki hakimiyetini tamamlamak için Semerkand’a sefer yaptı. 711’de burayı ele geçirdi. Daha sonra Şaş ve Fergana da ele geçirilince Maveraünnehir tamamen Emevî hakimiyetine girdi.[9]

Bütün bu ilişkiler sürecinde Türkler ferdî olarak İslamiyete girmeye başlamışlardır. Ancak Emevîlerin aşırı Arapçılık anlayışı içinde bulunmaları, Arap olmayan Müslümanlara gerektiği gibi hoşgörülü ve adil davranmamaları ve haksız vergiler almaları Müslümanları zor durumda bıraktı, İslamın yayılmasını da yavaşlattı. Bu durum Horasan’da Emevîlere karşı bir isyan hareketi doğurmuştur. Mevâliden olan Ebû Müslim Horasanî önderliğindeki bu harekete Türklerden ve İranlılardan da destek geldi. Nitekim 750’de Emevî saltanatı devrildi ve Abbâsîler hilâfete geçtiler. Eski Emevî politikası yerini İranlı ve Türk Müslümanlara eşit davranan, onları din kardeşi olarak gören bir anlayışa bırakıyordu.[10]

Bu arada Çinliler batıya yönelip Batı Türkistan’ı ele geçirmeye çalışmışlardı. Bu da Araplarla Çinlileri karşı karşıya getirmişti.751’de iki taraf orduları Talas Vadisi’nde karşılaştılar. Karluk Türkleri Abbâsîleri destekledi. Çin ordusu yenilgiye uğradı ve geri çekildi.[11]

Talas Savaşı Türklerin İslamiyete geçişlerinde yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Türklerle Araplar arasında dostluk havası doğmuş ve Türklerin Müslüman olmaları hızlanmıştır.[12]

Talas Savaşı’ndan sonra Türkler Abbâsî sarayında ve ordusunda görevler almaya başladılar. Halife Ebû Cafer el-Mansur, Bağdat’ın kuruluşundan sonra Mübarek et-Türkî adlı Türk kumandana iktalar vermiş,Hammad et-Türkî’yi de Şevad topraklarının siyasî-iktisadî kontrolünde görevlendirmiştir. Ayrıca Hassa Ordusu’na Türklerden birçok asker alınmıştır.

Halife Me’mun zamanında, Türklerin, Halifenin yanında seferlere katıldığı ve isyanların bastırılmasında görev aldıkları da elimize geçen bilgilerdendir.

Mu’tasım’ın Halife oluşunda Türk kumandanların etkisi görülmüştü. Halife Mu’tasım devrinde, Abbâsî ordusundaki Türk askerlerinin sayısı hakkında, 18.000 ile 70.000 arasında farklı rakamlar verilmektedir. Ayrıca Mu’tasım’ın Hilâfet merkezini Samarra’ya taşıyıp Türk askerlerini de oraya nakletmes Türklerin Abbâsî Devleti üzerindeki etkinliğini gösterir.[13] Halife Memun’un annesinin Türk olduğu bu nedenle halifenin Türklerin Müslüman olması için çalıştığı, Abbâsîlerin merkezî yönetiminin eski gücünü yitirmesinden yararlanarak 868’de bir Türk olan Tulunoğlu Ahmed’in Mısır’da bağımsızlığını ilan ettiği de bilinmektedir.[14]

Türkler İslâmiyeti kabul etmeden önce Araplarla uzun süre mücadele etmiş ve İslam Dini hakkında bilgi edinmişlerdi. İslamı, bu bilgilerden sonra kabul etmişlerdir. Hiçbir zaman Arapların baskısından dolayı kabul etmemişlerdir. Daha önce de değindiğimiz gibi Emevîlerin baskıcı politikaları İslamın Türkler arasında yayılmasına engel teşkil etmiştir. Türklerin kılıç zoruyla Müslüman olmadığını gören Müslüman idarecilerin câmiye gelenlere bir takım hediyeler vereceğini vaat etmesi bunun güzel bir isbatıdır. Ayrıca Türkler Müslüman olduktan sonra Müslüman olmayan Türkleri İslam’a davet ediyor hatta onlarla mücadeleye giriyorlardı.

Türklerin İslamiyeti kabul etmeleri 10. asırdan itibaren hızlanmıştır. Ordu şehrinin Türk hükümdarı, Talas’ın doğusundaki Mirki kasabasında yaşayan Halaç Türkleri ve Oğuzlar İslamiyeti kabul ettiler.[15]

İslâmiyeti, Türkler arasında devlet dini olarak kabul eden devlet İtil Bulgarları’dır. Daha sonra Karahanlı Hanı Satuk Buğra Han, “Abdülkerim” adını alarak Müslüman olmuştur ve tebasına da İslamiyeti seçmiştir.[16] Ayrıca 960’larda 200.000 çadır Türk Müslüman olmuştur. Her çadırda 5 kişinin olduğunu düşünürsek bir milyonu aşkın Türkün Müslüman olduğunu söyleyebiliriz. Bu Türklerin Karahanlıların hakimiyetindeki Karluk, Yağma ve Çiğil boylarından olan Türklerle Oğuzlar olduğu tahmin edilmektedir. Üçüncü büyük Müslüman Türk devleti ise Gaznelilerdir (963-1186). Özellikle Hükümdar Gazneli Mahmud İslamın yayılması konusunda önemli çabaları olmuştur. Oğuz Yabgu Devletinde Subaşı olan Selçuk Bey’in 985’de Cend’e gitmesi ve burada Müslüman olması Türk tarihinde bir dönüm noktasını teşkil eder. Çünkü onun torunları tarafından kurulan Büyük Selçuklu Devleti, Türklerin İslâmî dönemde kurdukları en büyük devletlerden biridir.[17]

Daha önce de değindiğimiz gibi Türkler İslamiyeti kendi rıza ve istekleriyle kabul etmişlerdi. Bunda en büyük sebep Türklerin eski inançları ile İslam Dini’nin birbirine paralel kural ve inançlara sahip olmasıdır. Bunların en önemlisi de “yaratıcının bir olduğu” inancıdır.[18] Bunun dışında, İslamdaki ahiret hayatı, ruhun ebedîliği, kıyamet, sevap- günah, cennet- cehennem vb. kavramların Gök- Tanrı dininde de olduğu bilinmektedir. Ayrıca İslam dininin emirlerinden olan cihat, fetih, adalet, temizlik, itaat, vatan sevgisi vb. faziletlerin Türklerin yaşam tarzlarına uygun olması da Türklerin Müslüman olmasını hızlandırmıştır.[19]

İslamiyet dışındaki dinleri kabul eden Türkler zamanla millî benliklerini yitirmişlerdir. Örneğin Macar ve Bulgar Türkleri Hıristiyanlığı kabul etmişlerdir. Bugün ise bu milletler Türklüklerini yitirmişlerdir. Ancak İslamiyet Türklerin milli benliklerini muhafaza etmiştir.

Türkler İslamiyeti kabul ettiği ilk yıllarda Şâfiî Mezhebini, daha sonra ise Hanefî Mezhebini kabul etmişlerdir. İmam-ı Azam Ebû Hanife ve İmam Mâturidi Türkler üzerinde çok etkili olmuştur. Ayrıca Orta Âsya’da İmam Buhârî, Tirmizî, Tarhan’n torunu Muhammed bin Ali, Farabî, Ebu’l-Müzahim Mûsa, Tanburî Ali gibi alimler yetişmiştir. Bu alimler dini- felsefî alanda İslam’a hizmetlerde bulunmuşlardır, çeşitli eserler ve hadis kitaplari yazmışlardır.[20]

SONUÇ

Türkler İslamiyeti ilk yıllardan itibaren tanımaya başlamışlar ve gerek ferdî, gerekse topluluklar ve devletler halinde, kendi istekleriyle kabul etmişler, özellikle Abbasî Devleti zamanında askerî ve idarî alanlarda hizmetlerde bulunmuşlardır. Karahanlı , Gazneli, Selçuklu Devletlerinden Osmanlı Devleti’ne kadar bir çok Türk- İslam devleti kurarak İslam dünyasına önderlik etmişlerdir.

BİBLİYOGRAFYA

Kitap ve Makaleler

GENÇ, Reşat, “Satuk Buğra Han ve Türklerin İslamiyeti Kabulü ”, Yeni Türkiye Dergisi, Türk Dünyası-1 sayı 15, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 1997, s. 160-165.

ÖZAYDIN, Abdülkadir, ”Türklerin İslamiyeti Kabulü”, Genel Türk Tarihi, Cilt 2, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s. 616-648.

ÖZBAY, Murat, “Türkler ve İslamiyet”, Yeni Türkiye Dergisi, Türkoloji ve Türk Tarihi-1 sayı 43, Ankara 2002, s. 204-212.

TURAN, Şerafettin, Türk Kültür Tarihi, Bilgi Yayınları, Ankara 2002.

Ansiklopediler

AKŞİT, Niyazi, A’dan Z’ye Kültür ve Tarih Ansiklopedisi, Cilt 1(A- K) , Serhat Yayınları, Ankara 1999, s. 5-7, 223- 226.

Komisyon, Yeni Rehber Ansiklopedisi, Cilt 1, Türkiye Gazetesi Yayınları, İstanbul 1984, s. 6- 10.



* Gazi Osman Paşa Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü 2. Sınıf Öğrencisi.

[1] Şerafettin Turan, Türk Kültür Tarihi, Ankara 2002, s. 135.

[2] Murat Özbay, “Türkler ve İslâmiyet”, Yeni Türkiye Türkoloji ve Türk Tarihi-1 Sayı 43, Ankara 2002, s. 204.

[3] a.g.m. , s. 205, 208

[4] Abdülkerim Özaydın, “Türklerin İslamiyeti Kabulü” , Genel Türk Tarihi, Cilt 2, Ankara 2002, s. 615- 617.

[5] Ş. Turan, a.g.e. , s. 136.

[6] A. Özaydın, a.g.m. , s. 624.

[7] Ş. Turan, a.g.e. , s. 137.

[8] A. Özaydın, a.g.m. , s. 620.

[9] Niyazi Akşit, A’ dan Z’ ye Kültür ve Tarih Ansiklopedisi, Cilt 1 (A-K) , Ankara 1999, s. 225.

[10] M. Özbay, a.g.m. , s. 210.

[11] A. Özaydın, a.g.m. , s. 628.

[12] Ş. Turan, a.g.e. , s. 138.

[13] N. Akşit, a.g.e. , s. 6.

[14] Komisyon, Yeni Rehber Ansiklopedisi, Cilt 1, İstanbul 1984, s. 10.

[15] A. Özaydın, a.g.m.. , s. 639- 643.

[16] M. Özbay, a.g.m. , s. 211.

[17] A. Özaydın, a.g.m. , s.646-647.

[18] Reşat Genç, “Satuk Buğra Han ve Türklerin İslamiyeti Kabulü”, Yeni Türkiye Türk Dünyası -1 Sayı 15, Ankara 1997, s.164.

[19] M. Özbay, a.g.m. , s. 211. ; A. Özaydın, a.g.m. , s. 647. ; R. Genç, a.g.m., s.165.

[20] A. Özaydın, a.g.m., s. 643.

Hiç yorum yok: