10 Mayıs 2008 Cumartesi

Gençliğin Kurtuluşu KİM’de?

Yaş Değil; Ruh İşi…

“Gençlik” mefhumu,her zaman ve mekânda insanları şu veya bu şekilde heyecanlandırmıştır. İçinde her daim keşfedilmeye değer cevherler bulunduran bu mefhum, bir yandan kestirilemez gücü ve kuvvetiyle çözümlenmeyi beklerken, bir yandan da “kim bilir nelere gebe” potansiyeliyle de ciddiye alınmamayı affetmeyendir.

Bu minvalde gençlik, şöyle-yada böyle her zaman gündemdeki yerini korumaya devam eder...

İlk bakışta bile göze çarptığı gibi, kimilerinin, en kabasından bir “sermaye” olarak gördüğü bu gençlik; kimilerine de “iyi bir sömürge malzemesi” şeklinde görülür… Yaşı geçkin olanlarından daha “iyi niyetlileri”, mevzuuyu “gençler bilebilse” sığlığıyla ele ala dursun; her aynı sığlıkla her ân;“ona öyle demezler, Bey Amca!” ukalalığıyla karşılığını bulabilirler…

Geçelim…

Bizim fikriyatımızda gençlik, “yaş” değil, ruh işidir…

Gençlik, zamanın her zerresiyle hakkını verme sorumluluğunu kuşanan, dâvâ mesuliyetini ruhunda tazelikle taşıyandır…

Hemen söyleyelim ki, bu dairenin içine girmeyenleri “genç”ten saymıyor ve onları tanımıyoruz!..

Köşe-bucak “piyasa” yapan, bütün mesaisini “10 gram et-üç gram hormon” için harcayan, çocukluktan kalan saflığının, iki kutu birayla ırzına geçenleri istesek de tanıyamıyoruz… Çünkü onlar, hep özendikleri gibi şu veya bu şekilde “büyümüş”ler meğerse!..

Tanıyamıyoruz derken teşbihten öte; sahiden öyle…

Mesela, bir gün geç saatte evime doğru giderken, köşe başında çömelmiş siluetler gördüm… Biraz daha yakınlaşınca içlerinden biri bana doğru yönelerek “iyi akşamlar” dedi… Durdum, baktım… Tanımadığımı anladı ve takdim etti:

-“Ağbi, benim Serkan”

-“Hangi Serkan?”

-“Sinan’ın kardeşi… “ deyince hatırladım…

Bu saatte burada, ne yaptıklarını sordum. “Müslüm takılıyoz, biralamaca yapıyoz ağbi” dedi… Karşımda “hafif sarhoşlamış”-çakmak çakmak olmuş gözleriyle sırıtan çocuk 15 yaşında ya var; ya yoktu!..

Bizim Gençliğimiz…

Halbuki bizim anlayışımızdaki gençlik; olanca enerji ve kuvvetini Mutlak Hakikat’in emrine veren, gerektiğinde gözünü kırpmadan canını tehlikeye atandır.

Biz, “gençliğimizi” ablak suratından değil; küfre karşı meydan yerine çıkıp, hesap soruşundan, düşman bellediği bu Allahsız sistemin, köpeklerine karşı kafa tutuşundan ve aynı köpeklere boyun eğmeden “dik duruş”undan tanıyoruz…

Biz, genç olmayı, mukaddes dâvânın yükünü sırtlanmak, bunun liyakatine erme ızdırabıyla yanıp- kıvranmak diye biliyoruz…

Çözüm Örgütlenmek…

Az önce misalini verdiğimiz o “genç”ten binlercesi mevcut… Daha kötüsü bu, onlarca çeşit hastalığın içindeki diğerlerinin yanında çok daha “masum” kalır…

“Fikir, zıddını bırakma işidir” ölçüsüyle bakınca, onları her ne kadar “tanımasak-tanıyamasak” da, elbette görmezden gelemeyiz, gelmiyoruz ...

Görmezden gelmiyoruz çünkü, -“anlam” versin veremesin- hepsinin bir derdi- bir tepkisi var aslında…

Kimi tornada ustasına, kimi ayyaş olan babasına, kimi okulda, kendini küçük düşüren hocasına, kimi anasına, kimi bilmem neyine veya nesine…

Kırgınlar, kızgınlar, üzgünler… Çünkü gençler her şeye rağmen hala hassaslar…

En “hastası” bile, bahsettiğimiz o “potansiyel cevheri” içinde taşıyor…

Ama ne yazık ki, gençlerin bu ölümcül öfkeleri, bilinçli ve sistematik bir tarzda- Batı bataklığına kanalize ediliyor…

Ve böylece, hepsinin ortak noktası bu pisliğe kapılıp, doğru tepki verememelerinde oluyor…

Enerjilerini yanlış yerlerde harcadıkları gibi, tepkilerini de yanlış yerlerde gösteriyorlar…

Aslında bu onların suçu değil…. Bu, içinde yaşadıkları Mutlak Fikir yoksunu “başı-bozuk”ların, kendilerine nüfuz etmesinden başka bir şey de değil…

İşte tam da bu noktada, örgütlenmenin kaçınılmaz çare olduğunu söylüyoruz.

Seyirciliğin kolaycığıyla değil; tepeden inme bir tavırla, hareketimizden misâlleriyle, bir aksiyon hamlesiyle…

Teyakkuz, Taarruz…

Bugün dünyanın her yerinde gençlik; Batı hayat tarzının kendisine dayattığı pisliğin içinde ya boğulup gidiyor, ya da öfkesini aksiyona dönüştürüp, buna Alparslan Arslan gibi, Malatya’lı, Trabzonlu, Sorgunlu, Güney Koreli gençler gibi teyakkuza geçip, taarruz üslubuyla cevab veriyor…

Eğer bu öfke, bu teyakkuz, bu taarruz doğru bir aksiyon mihrakına bağlanmazsa, ortalık kaba “eşkıya”dan geçilmez... Burada örgütlenmenin önemi tekrar görünüyor…

Örgüt, dağınık hareketleri düzenleyen, sağladığı ideolojik formasyonla, hedefi netleştiren, eylem gücünü kat be kat arttıran özellikleriyle yapılan her işi bir gayeye bağlayıcıdır.

Yoksa, bir takım heyecanlara kapılıp yapılan iş, aksiyon değil daha önceden de işaretlediğimiz gibi kuru “tepkiler” olmaktan kurtulamaz…

Bunun yanında örgüt, “yetiştirici” özelliğiyle, tavır alma alışkanlığı ve karar verme gücünü arttırmasıyla da, gençlerin bütün gereksinimlerine en doğru cevabı veren yegane sistemdir…

Kölelikten Hürriyete…

Batı hayat tarzının tacizinden bunalan, öfkesini bir türlü ifade edemeyen, mimiklerini bile düzenleyecek kadar kendisine müdahale eden bu sistem karşında hemen şimdi yapılması gereken tek şey, Batı’nın ruhlara enjekte ettiği hayvanca hayat tarzından bir ân önce kurtulup, Büyük ALLAh”ın dünya görüşünü kuşanmaktır…

Bundan sonra atılacak her adım, hayat tarzının ALLAH’a muhatab olmasıyla kendiliğinden gelecektir…

ALLAh inancını yani İslami degerlerini “nerede ne yapılması gerektiğini” düzenleyen pozitif müdahaleciliğini özümseyen genç; artık “gerektiği yerde gerekeni yapmak” ölçüsünü cebine koyup, “Kendinden Zuhur”un hürriyetiyle, bütün dünya sahasında bir eylem serbestisiyle at koşturacaktır…

O artık, “Allah yolunun esiri” olmakla, dünyanın en hür insanı olmuştur…

Cevap:

Gençliğin Kurtuluşu yalnızca ALLAH yolundadır…

En iyi temenni ve dileklerimle görümsek dileğiyle Allaha emanet olun saygılarımla!!!….

HASAN ASLAN

Hiç yorum yok: